TİHV Akademi İnsan Hakları Seminerleri kapsamında devam eden “Haklarla Düşünmek” seminerleri devam ediyor.
Haklarla düşünmek çok önemli bir olgu insan yaşamında. Günümüzde insanlar baskılar nedeniyle düşünmekten korkuyor. Dolayısıyla yaşamsal haklarının neler olduğunu ve nasıl bir yaşamı hak ettiklerini sorgulamaları çok zor olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak yaşam döngüsü içerisinde her alanda her anlamda en temel unsurun haklar olduğu büyük bir gerçektir. Bunun üzerinden yapılacak mücadele çok önemlidir.
Örneğin bir zeytin ağacının ekolojik döngü içerisinde yaşam hakkı olduğunu gören birisi zeytin katliamına dur diyecektir.
Yine en temel insan hakkı olan sağlıklı gıdaya ve suya erişim hakkının elinden alındığını gören birisi; suların özelleştirilmesine ve çok uluslu tohum ve tarım zehri tekellerine dur diyecektir.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Eğer haklarla düşünürsek….
***
Haklarla düşünmek seminerlerinin derslerini muhriç akademisyenler veriyor. İzmir’deki çalışmaları da İnsan Hakları Vakfının desteğiyle ağırlıklı olarak İzmir Dayanışma Akademisi yürütüyor.
Haklarla Düşünmek seminerlerinin ilk dersini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanıyken görevinden alınan değerli bir düşünür olan Prof.Dr. Nilgün Toker verdi.
***
Nilgün hoca o kendine has yöntemiyle hepimize keyifli anlar yaşattı. Yaşamın başlangıcından günümüze dek hak kavramını felsefi açıdan bir çok düşünürün fikirlerine yer vererek açıkladı. O dersten inanılmaz keyif aldık ve bilgilendik hepimiz. O ders üç gün sürse bile çok büyük bir zevkle dinlerdim hiç bıkmadan.Hakların doğa üzerinden şekillenmesini anlattığında bir yaşam savunucusu olarak ne kadar doğru yerde olduğumu görmüştüm.
***
“Haklarla Düşünmek “ projesi kapsamında bir çok ders verildi. En son 24 Mayıs Cuma günü İzmir Barosu konferans salonunda “ Bir Hak Talebi Olarak İklim Adaleti” ve “ Temel Bir İnsan Hakkı Olarak Temiz ve Erişilebilir Enerji Politikası” konularında akademisyenler sunum yaptılar.
***
Sanayileşme geçmişleri ile bağlantılı olarak gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin atmosferdeki aşırı sera gazı emisyonları nedeniyle yaşanan iklim değişikliği, dünyadaki bütün bir yaşamı tehdit ederken bir yandan da milyonlarca insanın temel haklarının ihlaline yol açıyor.
Bu dersin birinci sunumuyla, iklim değişikliği ve insan hakları arasındaki bağı ele alarak temel insan hakları ilkelerinin iklim politikalarının odağına yerleştirilmesinin ve iklim adaleti talebinin öneminin tartışılması amaçlandı.
***
İkinci sunumda ise son yıllarda üzerinde sıklıkla durulan enerjiye erişim hakkı meselesini barınma, sağlıklı koşullarda yaşam sürdürme, temel ihtiyaçların giderilmesi gibi temel sosyal bağlamında ele alınması ve insanların çevresel kaygıları ile enerji ihtiyacı arasında bir tercihe zorlandığı düşüncesiyle, enerji temel bir insan hakkı sayılmalı mıdır? İnsan ile çevre arasındaki ilişkide enerji kaynakları ve bunların kullanımı hangi bağlama oturmaktadır? Soruları tartışmaya açıldı.
***
İlk önce Biyolog Dr. Nermin Biter, “Bir Hak Talebi Olarak İklim Adaleti “ konusunda paylaşımda bulundu.
Dr. Nermin Biter, konuşmasına iklim değişikliği ile ortaya çıkan yıkıcı sorunlara karşı, özellikle son yıllarda yükselişe geçen ve dünyanın çeşitli yerlerinde devam eden “iklim grevlerini” anlatarak başladı.
Bu toplumsal hareketlerin odağında olan asıl meselenin ise, iklim değişikliği krizinin neden olduğu insan hakları ihlallerine karşı bir adalet talebinin durduğunu anlattı. Küresel ısınma ve çevresel sorunların, ekolojik döngünün ve bütünsel olarak çevrenin sürdürülebilirliğinin sağlanmasıyla beraber ve fakat bunun da ötesinde, ancak hak bakış açısıyla ortaya konacak ve zaman geçirmeksizin uygulanacak iklim politikaları ile ele alınmasının bir zorunluluk olduğunu belirtti.
İklimin ve çevrenin bir sınırı olmadığı için bunun sınırlar ötesi bir sorun olduğunu ve aslında başta zengin ülkelerin aşırı sera gazı emisyonlarından dolayı ortaya çıkan sorunları en ağır haliyle bunda en az payı olan yoksul ülke halklarının yaşamak zorunda kaldığını örneklerle anlattı.
Buna ek olarak, geçmişten başlayarak ve birikerek artan yıkıcı etkileri en çok şimdiki genç nesillerin ve gelecekteki nesillerin yaşayacağını söyleyerek bunun aynı zamanda nesiller ötesi bir adalet meselesi olduğunu söyledi. İklim değişikliği nedeniyle ortaya çıkan yıkıcı çevresel etkilerle bir başka büyük kriz olan kitlesel göçlerden ve iklim mültecilerinin yaşamak zorunda kaldığı sorunlardan da bahsetti. Ortaya çıkan yıkıcı sorunlara karşı en savunmasız durumda olanların topluluklardaki dezavantajlı gruplar (çocuklar, kadınlar, ayrımcılığa uğrayanlar, yaşlılar, yoksullar, göçmenler vs.) olduğunu hatırlatarak, ortaya çıkan adaletsizliğin diğer toplumsal adaletsizlikleri de iyice derinleştirdiğini anlattı.
Tüm bu sorunlarda, evrensel hukuk sözleşmelerinde açıkça tanımlanan ve insanların en temel haklarını koruyan maddelerin nasıl ihlal edildiğini ve sorunun asıl kaynağının sanayileşme sonrası yükselen aşırı kar ve sömürüye dayalı küresel neoliberal politikalar olduğunu söyledi. Gerçek örnekler üzerinden yaşam, sağlık, geçim ve özerk olma hakları başta olmak üzere, iklim değişikliği kriziyle baltalanan haklara vurgu yaptı.
En güncel gelişmelerle Paris Anlaşması sürecinden ve içeriğinden bahsetti. Anlaşmanın aslında tam olarak bağlayıcı olmaması ve taraf ülkelerin gönüllüğüne bırakılması ile ülkelerin emisyon azaltımına ve uyuma dair katkı beyanlarında yer alan 2030’a kadar olan planlarının yeterli olamayacağına dair eleştiri ve itirazları ele aldı. Emisyon azaltma ve uyum süreçlerine dair ülkelerin yeterli çabayı göstermediğine ilişkin olarak,halk tarafından açılan davalardan bahsetti. Bu davalar arasında vatandaşların bireysel ve/veya toplu olarak kendi ülkelerine, ulusaşırı enerji şirketlerine, AB’ye açtıkları ve hak ihlallerinin ortadan kaldırılmasını talep eden davalardan örnekler vererek, güncel süreçleriyle birlikte aktardı.
***
İklim değişikliği ile yaşanan ve gelecekte daha da artması beklenen yıkıcı sorunlara karşı alınması gereken en acil önlemin bir an evvel fosil yakıtların kullanılmasına bir nokta konulması ve kömürün ve diğer fosil yakıtların toprak altında kalması gerektiğini söyledi. İklim değişikliği krizine karşı çözümsüz ve yetersiz kalan politikalara karşı yükselen halk hareketlerinin önemine vurgu yaparak, iklim adaletini diğer toplumsal adalet talepleri ile ortaklaştıracak ve mücadeleyi toplumsal müşterekler etrafında birleştirecek dayanışma ve örgütlenmelerin güçlenmesi gerektiğini söyleyerek sunumunu tamamladı.
Daha sonra konuşan Uzman Mühdan Sağlam ise temiz enerjiye erişimin temel bir insan hakkı olduğunu belirtti ve enerjinin insan yaşamındaki önemini örneklerle anlattı. Temiz enerjiye ulaşmada devlet politikalarının ve işleyişin önemine vurgu yaptı. Tüm dünyada dev enerji şirketlerinin rant üzerinden varlık gösterdiklerine değindi. Enerjinin, su ,gıda, eğitim, yaşam hakkı, çalışma hakkı gibi temel insan hakları alanını yatay kesen bir kapsamda yer aldığını belirtti.
***
Haklarla düşünmek seminerlerinin derslerine her zaman ki gibi ilgi büyüktü.Sunumlardan sonra sorular soruldu ve katkı yapan katılımcılar oldu. Bende biraz katkı koydum.
Küresel iklim krizinde ekolojik döngüyü bozan en önemli unsurun enerji olduğunu ancak Türkiye üzerinden örnek vererek enerjinin kimin için ne için üretildiğinin önemli olduğunu vurguladım . Buna örnek olarak dünyada beton ve demirçelik üretimi, gemi söküm işletmeleri vb. bir çok alanda Türkiye’nin ilk sıralarda yer aldığını ve hem enerji elde etmek için hem de bu enerjiyle yarı mamül madde elde etmek için iki koldan ülkemizin kimyasal kirliliğe maruz kaldığına değindim. Her alanda olduğu gibi Türkiye’nin uluslararası sözleşmeleri imzaladığını ve bu konuda bir çok kanun ve düzenleme olduğunu ancak bunun pratik hayatta karşılığını bulmadığını belirttim.
***
Yaşamsal bir hak olan sağlıklı gıdaya ve suya erişim hakkının; suların özelleşmesi ve yerel tohumların yok edilmesi nedeniyle ihlal edildiğini belirttim. Ayrıca gelecekte su ve tohum savaşları olacağını ve bu nedenle suların ve tohumların stratejik öneme sahip olduğunu belirttim.
Bir yaşamsal hak olan sağlıklı gıdaya erişim hakkı üzerinden (örneğin Yerel Tohumlar) örgütlenmenin daha verimli olacağını ve bu örgütlenmelerin zaman içerisinde toplumsal hareketlere evrilebileceğini vurguladım. Küresel iklim krizini önlemenin tek yolunun insan gücü olduğunu ve bunun için çeşitli örgütlenme yöntemleriyle (örneğin mahalle komiteleri ve kooperatifler vb. gibi )ulusal ve uluslar arası düzeyde kolektif bilinçle dayanışma içerisinde güç birliği yapmanın şart olduğunu belirttim.
***
“Akademi her yerde “ düşüncesiyle gerçekleşen bu paylaşımlar çok verimli oluyor ve toplumda karşılığını buluyor. Dolayısıyla bu çalışmaların ülkemizin her bölgesinde gerçekleşmesini umut ediyoruz.
“Haklarla düşünmek” projesine katkısı olan başta muhriç akademisyenler olmak üzere onlarla dayanışma içerisinde olan sivil toplum örgütlerine ve derslere katılan katılımcılara teşekkür ediyorum. “Akademi her yerde “ çalışmalarının yaygınlaşmasını ve sürekliliğinin devam etmesini umut ediyorum.