Sıcak iklimler insanı bir tuhaf yapıyor. Güneşli ama ılık bir havada, konfor sıcaklığıyla vücudumuz kendini daha iyi hissediyor. Sabah pencereden içeriye giren bahar esintisi içimizi kıpır kıpır hareketlendirirken, derin nefesler almak, dışarı çıkmak istiyoruz. Birden karnımız acıkıyor, o en sevdiğimiz kahvaltıcıda ya da evimizin balkonunda hafta sonu yapacağımız lezzetli kahvaltının görüntüsü geliyor gözlerimizin önüne. Şairin dediği gibi “Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” değil mi?
Bundan tam 30 yıl önce, İzmir’de turist rehberliği okuduğum yıllarda, antik kentlere sürekli okul gezileri yapardık. İlk kez farklı ülkelerden turist gruplarını gözlemleme şansı bulmuştum. Antik tiyatronun en üst basamağına çıkıp otururdum. Ders çalışıyordum aslında, elimdeki kitapta yazanlarla gördüklerimi eşleştirmeye çalışıyordum. Bu arada sürekli yeni bir grup tiyatro içine giriyordu. Kuzey Avrupa ülkelerinden gelen gruplar- uzun boyları ve sarı saçlarıyla hemen fark edilirlerdi- neredeyse birbirleriyle hiç konuşmuyor, sessizce ve dikkatle rehberlerini dinliyordu. Oysa güneye, Akdeniz sıcaklarına hatta Arap yarımadasına doğru indikçe, o ülkelerden gelen turist gruplarında sürekli bir konuşma, kaynama hali vardı. Kıpır kıpır görünüyorlardı. Rehberleri onların dikkatini çekmek için sürekli soru soruyor, türlü oyunlarla dikkatlerini çekmeye çalışıyordu. Rehber önemli tarihi bilgiler anlatırken sürekli fotoğraf çekiyorlardı. Kısa bir süre sonra, artık dinlenmediğini anlayan rehberleri “ Haydi fotoğraf çekebilirsiniz” diyerek grubunu serbest bırakıyordu. Kuzey Avrupalı turistlere ise aralıksız yarım saat tarih anlatabiliyordu rehberleri. Dikkatle dinliyorlardı. Bir tanesinin bile rehber konuşurken fotoğraf çektiğini görmedim. Dinlemeyi okulda mı öğrenmiş bunlar diye
düşünüyordum.
Biz de Akdeniz ülkesiyiz. Yılın büyük kısmında hava ılık geçiyor. Sıcak hava içimizi kıpır kıpır yaparken çenemizi de düşürüyor. Neredeyse bana aktarılan tüm iletişim çatışmalarının temelinde de bu sıkıntı var. Hep konuşmak istiyoruz. Anlatmak istiyoruz. İçimizi dökmek istiyoruz. Çünkü dinlemeyi sevmiyoruz. Yorucu geliyor. Dinlemektense konuşmayı tercih ediyoruz. Oysa konuşurken dinleyemezsiniz. Dinlemezseniz de karşı tarafı anlamanız mümkün olmaz. Empatinin ve iyi bir iletişimin ilk koşulu dinlemektir.
Sahip olduğumuz bu güzel iklimin avantajını, yani yüksek enerjimizi, kolay dostluk kurabilmemizi, kolaylıkla yeniden iyi hissedebilme becerimizi, dinleme becerimizle süsleyebilmek ne güzel olur değil mi?
Bu hafta şu sorunun cevabını biraz düşünmeye ne dersiniz; “Hayatınızdaki önemli insanları dikkatle dinlemediğiniz için neleri kaçıyorsunuz acaba?”
Sağlıcakla kalın.